Ego Ego Dedikleri, Birkaç Melek Birkaç Huri mi?! Nedir bu, sürekli tekrar ettiğimiz ego?
Gestalt kuramı, “Ego bir içgüdü değildir ve kendi içgüdüleri yoktur.” der ve egoyu, organizmanın kendine özgü ve özel bir fonksiyonu olarak ifade eder. ‘Gestalt terapisi’ teriminin mucidi psikiyatrist Fritz Perls; benlik (self), yabancı bir nesneyle karşılaştığında; kişisel ve kişisel olmayan alan arasındaki sınırı belirlemek amacıyla egonun devreye girdiğini söyler. Felsefedeki ‘ego’ tartışmalarına değinip yeni tartışma alanları açmayacağım ama ego deyip de Freud’dan bahsetmeden de ilerlemeyeceğim.
Sigmund Freud 1923 yılında yayımlanan ‘Ego ve İd’ kitabında zihni; id, ego ve süperego olmak üzere üç ’yapıya’ (Yapısal Kuram) böler. İd, bedenin ihtiyaçlarını karşılayan, insanın ilkel yönüne vurgu yaparken superego, ‘vicdan’ diye ifade edeceğimiz toplumsal ahlak ve etik kurallarıyla id’le mücadele halindedir. Mücadele sürerken bir uzlaştırıcı olarak ego devreye girer. -Söz konusu kişi Freud olduğu için ifade edeceğim- otantik Yahudi (birlikten yana olan) inancında; ’kötü eğilim’ (yetzer hara) ile ’iyi eğilim’ (yetzer hatov); yani id ve süperego arasında bilinç dışı düzeyde gerçekleşen çatışmada devreye giren ego; ilkel dürtülerimizi, manevi idealleri ve tabuları ve gerçeğin sınırlamalarını dengelemek ve dış dünyayla ilişkiyi düzenlemek için kişinin, ‘kendisi için en iyi olanı yapma’sını sağlarken iyi olduğunu bilme arzusunu da tatmin eder.
Freud’un Yapısal Kuram çerçevesinde ifade ettiklerine karşı çıkanlar ve geliştirenler oldu. Bu isimlerden biri olan Erich Fromm, meseleyi biraz daha ileri götürerek; bireyin/id (içgüdüsel dürtüler ve arzular) ve toplumun/süperego (toplumun normları); birey, toplumun bir parçası olduğu için, kendi ihtiyaç ve arzularının önemli bir kısmının bu toplum tarafından oluşturulduğunu söyler. Yani birey, toplum tarafından oluşturulduğuna göre, toplum ve birey birbirine bağlı kuvvetlerdir.
Peki, bu kuvvetler birbirlerine günlük hayatta ne yapıyor ve tüm bu psikolojik süreç, yine günlük hayat söz konusu olduğunda bize ne ifade ediyor? Çayınızı, kahvenizi alın; anlatayım.
Zaman zaman sınıfımdaki yetişkin öğrenciler, sınıflarındaki bir başka öğrencinin sürekli olarak ‘ben’ demesinden ya da para, hak/hukuk gibi spesifik bir başka konudan bahsetmelerinden şikayete geldiklerinde; “Hocam, ne dediğinizi dinlemiyor bile, sürekli kendisinden bahsetmek için fırsat kolluyor.” ya da “Hocam, ne kadar çok paradan bahsediyor.” dediklerinde: “İçlerindeki ego boşlukları öyle derin ki hayatları boyunca o boşluğu doldurmaya uğraşıyorlar ve bunun sıkıntılı bir durum olduğunun farkında bile değiller; sevin onları.” diyorum. Anlam veremedikleri için öfkelenebiliyorlar.
Egoizm ve psikolojik egoizm tartışmalarının dışında bir bakış açısıyla değerlendirdiğimizde ego aslında, hayatı kotarmaya çalışırken farkında bile olmadığımız çaresizliğimiz ve bilinenin aksine, bize, sadece bize hizmet ediyor! Ve ne yazık ki, id ve süperegonun dengesiz oluşumu nedeniyle de yakıp yıkabiliyor. (Bkz. İnsanlık tarihi...)
0-3 yaş arası mizacımız otururken 0-7 yaş arası da egomuzun temelleri atılıyor. Temelleri atılan değerler, inançlar, korkular, davranışlar… kimliğin üzerine, hayatımız boyunca yapılandırma yapıyoruz. Temellerin atıldığı o süreçte tamamlayamadığımız duygular meydana gelirse duygusal boşluklar oluşturuyoruz ve yapılandırma devam ederken, belki de ölene kadar o boşlukları, çarpık bir şekilde kapatmaya çalışıyoruz. Yani eğer bir noktada ‘dur’ demezsek hayat boyu debelenip duruyoruz. Bu çabanın bizde yarattığı da, bizi sınırlayan inançlar oluyor.
(‘Sınırlayan inançlar’ dediğimde, referans alabilesiniz ve değerlendirmenizi ona göre yapasınız diye buraya birkaç örnek bırakacağım: “Çok tembelim.”, “Kimseye güvenilmez.”, “İnsanlar kötüdür.”, “Hayat hiç adil değil.”, “Böyle gelmiş, böyle gider.”, “Bu yaştan sonra değişemem.”, “Hayatta kalabilmek için savaşmak zorundayım.”, “Çok şanssızım.”, “Mutlu olmam için kira derdinden kurtulmam lazım.”, “Erkek adam ağlamaz.”, “Çok başarısızım.”)
Burada, Işıl ismini kullanacağım. Anneanne ve babaannelerde daha çok rastladığımız bir durum bu, fakat onları gücendirmeyeyim, okları komşu teyzeye yönelteyim. Batıl inançları da olsun bu teyzenin. Komşu teyze Işıl’ı çok seviyor ve sık sık onu görmeye gidiyor. Işıl 2,5 yaşında. Başka bir nedenle de olabilir ama teyzemiz, Işıl’ın güzelliğine nazar değmesin diye onu; ‘çirkin kız’ diyerek seviyor. Komşu teyze bunu söylerken gülümsüyor. Işıl da gülümsüyor, çünkü bilinçli zihni bunu, teyze gülümsediği için, meselâ ‘şaka’ olarak algılıyor. Çok eğleniyorlar. Fakat dilin yarattığı probleme bakın şimdi. Işıl’ın, saniyede iki milyon bilgi girişi olan bilinç dışı zihni ne yapıyor? ‘Çirkin’ kelimesini, olduğu gibi kabul edip henüz oluşmamış olan güzellik algısıyla ilgili nöronlar arasındaki ilk bağlantıyı kuruyor (bu bağlantı her yeni deneyimle daha da güçleniyor ve girift hale geliyor) ve bir gerçeklik oluşturuyor. Biz buna, tam da egonun devreye gireceği yere, ‘boşluk’ diyelim; Işıl’ın, kendisine dair güzellik algısıyla ilgili, dışarıdan gelen ‘çirkin’ kelimesiyle beraber, güzel olduğu halde öğrenme gerçekleşiyor ve bir boşluk oluşuyor. Ve Işıl, hayatı boyunca güzelleşmek için her yolu deniyor, çünkü boşluğu kapatması gerekiyor.
Duygusal boşlukları kapatmaya çalışan Işıl’nın egosu, duygusal gidiş gelişlerle o boşluğu doldurmaya çalışırken, davranışları şekilleniyor. Işıl büyüyor, bir sevgilisi oluyor. Sevgilisi ona her ‘güzelsin’ dediğinde, itiraz barındırdığının farkında bile olmadan ve ego boşluğunu doldurma çabasıyla bir daha duymak için verdiği her tepkiyle ve söyledikleriyle sevgilisinin bilinç dışına da bunu öğretiyor. Bilimin de kanıtladığı üzere, Işıl’ın nöronları arasındaki elektriksel faaliyet, sadece kendi bedeninde gerçekleşmiyor; o elektriksel faaliyeti sevgilisinin zihninde de gerçekleştiriyor ve onun bilinç dışına da, ‘çirkin’ olduğunu öğretiyor. Ve Işıl’ın sevgilisi, ondan daha güzel olduğunu düşündüğü bir başka kadınla Işıl’ı aldatıyor. Dönüştü mü şimdi o boşluk, kocaman bir çukura?! Biz ilişkimizde problem yaşıyoruz derken farkında olmadığımız bir evrende (!) bizden, yani bilinçli zihnimizden bağımsız bir şekilde olanlar, bizi Milton H. Erickson’un (en sevdiğim) şu cümlesine götürüyor: “Ben hipnoz yapmıyorum, hipnozdan uyandırıyorum.”
Hayatınızdaki kadına her; “Ne kadar güzel olmuşsun.” dediğinizde, “Yok canım!” ya da “Gerçekten mi?!” yanıtını alıyorsanız bunu hatırlayın; çünkü belki de, bir başka komşu teyzenin 0-7 yaş arası, güzellikle ilgili ego boşluğu yarattığı bir kadınla birliktesiniz. Sürekli paradan bahseden arkadaşınız, sürekli güçten bahseden babanız, sürekli şefkatten bahseden teyzeniz, “Beni sev.” diye çığlıklar atan eşiniz, sürekli başarıdan bahseden patronunuz… düşünürseniz, etrafınızda ne kadar çok, ego boşlukları olan insan olduğunu fark edeceksiniz. Sevin onları..!
Üç Psikolojik Gerçeklik ve İlişkilerimizdeki Ego ‘Kendisi için en iyi olanı yapmak’ ifademi, toplumun, yani bütünün bir parçası olarak ilişkilerini sürdüren egonun üç tipini anlatarak açmak istiyorum. Ebeveyn, yetişkin ve çocuk egosu; Transaksiyonel Analiz (TA) yaklaşımının kurucusu Eric Berne tarafından ortaya konan ebeveyn, yetişkin ve çocuk, var oluş biçimleridir aslında.
İnsanların gelişimi için eğitimler verip, toplantılara katılıp, danışanlarımın problemleri üzerine eğilip, eğitim kitapları tasarlayıp yazan mantıklı bir yetişkin gibi davrandığım işyerimde; bankada yeterli para olduğu halde, otomatik ödemedeki bir faturanın aylardır yapılmadığını öğrenip sinirlenebilir; hemen ardından, birlikte çok güldüğüm arkadaşım Ruşen’den gelen bir telefonla kahkahalara boğulabilirim. Bedenimiz bir yetişkin olduğumuzu söylüyor olabilir fakat davranışlarımız tıpkı 0-7 yaş arası bir çocuğunki gibi değişken.
Ebeveyn egosunda, hayatımızın ilk beş yılında, anne ve babamızı içsel ve dışsal olarak, sorgulamadan kaydediyoruz. O yaşlarda anne babaya bağımlılık söz konusudur ve kelimeler ile anlam yaratmak, düzeltme ya da değişiklik yapmak mümkün olmadığı için, anne babanın birbirine davranışı da dâhil olmak üzere, güvenilir (!) kaynaktan geldiği için her şey kaydedilir. Bu kayıtların önemini kısaca ilişkilerimize etkisi üzerinden değerlendireceğim. Ebeveyn egosu ne yaptırır? Etrafındaki insanları, çocuğunu terbiye eder gibi terbiye etme güdüsüyle hareket ettirir. Kontrolcüdür. Tıpkı –maalesef- anne babasında gördüğü gibi; “yalan söyleme” der, yalan söyler; yani söyledikleriyle yaptıkları örtüşmez. Ne yapıldığını, nasıl yapıldığını, nerede olunduğunu takip eder. Alınacak kararları belirlemek, alınan kararların doğruluğuna karar vermek hep onun işidir. Hem özgür olmak ister hem de kısıtlar. Ve her şeyi o bilir. Danışanlarımın çoğunda rastlarım; eşlerden biri mutlaka eşinin her şeyi biliyor oluşundan şikâyet eder. Evet, biliyor! Çünkü o, ebeveyn egosuyla hareket ediyor. İşte bunu bilmiyor.
Ebeveyn egosu için yapılan kayıtların yanında çocuk bir de, dışarıdan gelen verilere, içeride verdiği duygusal (sözcük dağarcığı olmadığı için) yanıtların tepkilerini kaydediyordur. Bu nedenle deriz ki; eğer bir insan duygularının esiri olmuşsa çocuk idareyi ele geçirmiştir. Öfkelendiğinizde, çocuk egonuzun komuta merkezinde oturduğunu anlayın. Thomas A. Harris, “Çocuk, beş yaşına kadar, duyguları o denli yoğun bir şekilde hisseder ki o yaştan sonra, o güne kadar hissettiği duyguların dışında bir duygu hissedileceğini hayal etmek zordur.” der. İlişkilerini çocuk egosuyla sürdüren birey, daha önce bahsettiğim boşlukları da kapatmaya çalışacağı için sürekli yanlış ve istenmedik mesajlar verir. Benimsenmek ister. Kendisine sahip çıkılmasını, güvende hissetmeyi ister. Hayat arkadaşını bile buna göre seçer. Özgür olmak, özgür hareket etmek ister, özgürlüğüne düşkün olduğuna inanır ve kısıtlanma halinde tepki verir. Çocuk egosundakilerin özgürlük algısı bir çocuğunki gibidir; özgürken onaylanma ihtiyacı duyarlar. Çatışma kaynaklarından birini fark etmişsinizdir: hem sahiplenilmek hem de özgür olmak! Bununla birlikte; arzular, içgüdüler, hayaller, doğallık, yaratıcılık ve hevesin en fazla hâkim olduğu yerdedir. Doğaldır ve içgüdüleriyle hareket eder. Çocuk benlik ayrıca, zarar gördüğü takdirde özgüvensiz, utanan, korkan, zalim ve bencil olabilir.
Çocuk için ilk on ay, hayatı çevrenin tepkilerine göre oluşmaya başladığında düşünme yoktur ve çaresiz diyebileceğimiz tepkiler verir. Onuncu aydan sonra yavaş yavaş tepkilerini seçmeye başlar. Kendi bilinciyle bir şeyler yapabileceğini kavrar. Tam da burada yetişkin egosu şekillenmeye başlar. Verileri toplar, işlemden geçirir ve yaşam hakkında düşünce geliştirir. Ebeveynini inceler, ondan aldığı verilerin doğruluğunu test eder, uygulanıp uygulanamayacağına bakar ve ya kabul eder ya da reddeder. “Yalan söyleme” diyen ebeveyninin yalan söylediğini yakaladığında verdiği tepki bundandır. İstikrarsızlığı sorgulamak güvenlik alanını zedeleyeceği için sorgulama yapmaz, fakat kafası karıştığı için korkar ve kabul ya da reddediş mekanizması çalışmaya başladığı için kendini korumaya alır.
Peki, ne yapacağız? Üstelik mekanizmada ne olduğunu da keşfettikten sonra? Tüm tozu çırpıp sonra havada bırakmayalım. Tam da burada, geçmiş kayıtların yarattığı problemli alanları değiştirmenin mümkün olduğu notunu düşerek; Erich Fromm’un sözünü ettiği, toplumun bir parçası olan bireyi; toplumun şekillendirdiği (aileyi de göz önüne alarak düşünün) ve egonun ve toplumun birbirine bağlı iki kuvvet olduğunu hatırlatmak istiyorum.
Yetişkin egosu, ebeveyninden gelen veriyi teste tabi tutar ve komutlarla davranışlarda uyuşma söz konusuysa bütünlük oluşmasını sağlar. İncelediği veriler inanabileceği verilerse onları sabitler. Bunu duyguları için de uygular; hangi duyguyu ifade etmenin güvenli olduğunu test eder. (“Erkek adam ağlamaz.”) Aynı zamanda olasılık hesabı da yapmaya başlar. Anne babanın; “Ya ağlamayı kes ya da dondurmayı unut!”, “Ya arkadaşına oyuncağını ver ya da bugün çizgi film izlemek yasak!” gibi ifadelerle sürekli ikilemde bıraktığı çocuk, olasılıkları incelerken ‘başarısızlık’ (“Çok başarısızım.”) olarak tanımlayacağı şeylerin temellerini atar, çünkü olasılıkları, ikilemler yüzünden inceleme şansı elinden alınmıştır. Yaşamının diğer evrelerinde bunu geliştirebilir. Yeni aldığı bir işteki olumsuzluk hesaplamalarını yapıp hazırlıklı olabilir, olumsuzluk yaşandığında da doğru adımları atabilir meselâ. Yetişkin benliğiyle hareket eden kişi; samimi, insancıl, saygılı, esnek, empati kurabilen ve kararlı davranan biridir. Yetişkin ego düzenli olarak eski veriyi inceler, veriyi onaylar ya da reddeder, böylece gelecekteki kullanımı için yineler. Eğer bu işi sakin bir şekilde yapıyor ve öğretilen ve gerçek olan arasında çatışma çıkmıyorsa zihni, yeni ve önemli şeyler için özgürdür ve en önemlisi de, yaratıcılığı için önünde engel yoktur. Ve yaratıcılık, çocuk için de yetişkin için de önemlidir! O yüzden, merakınızı sürekli beslemenizi öneririm.
Tüm ilişkilerinizde kabul edilen ego, yetişkin egosudur, çünkü bu, duygusal boşlukları doldurulmuş egodur ve nötrdür. Çevresindeki insanlara alan tanıyan, onların seçimlerine saygı duyan, özgür bırakan, toplum yararını gözeten, davranışlarının bir başkasının yararına olup olmayacağının hesaplamasını yapan; yani depremde mağdur olan insanların mağduriyetlerini zengin olmak için fırsat kabul edip kira fiyatlarını artırmayan, sağlık çalışanlarının hayatını riske atmamak için maske depolamayan, meselâ Koronavirüs tüm dünyayı sarsarken risk grubunda olduğu açıklanan ihtiyarlarla dalga geçmeyen, kendi benliğini bir başkasının yararını gözettiği için iptal eden, ‘kötü eğilimi’ ortaya çıktığı anda (yaratılışımız bu maalesef, zıtlıkların birliği) bunu ‘iyi eğilim’le örten ve var olan her şey için, hiçbir koşul gözetmeyecek şekilde sevgiyi en tepeye yerleştiren yetişkin egosudur. Hayatındaki insanın kararlarına saygı duyan, kontrol etme ihtiyacı duymayan, eleştirecek davranış aramayan ve düzeltmeye çalışmayan da odur. Yetişkin egosuna sahip kişi, eşinin/dostunun da bir yetişkin olduğunu kabul eder, onun da bir gerçekliği olduğunun bilincindedir ve ona alan açar. Yetişkin egosunda da özgürlük isteği vardır fakat bu egoya sahip kişi, karşı tarafın da özgür olmak isteyebileceğini bilir ve buna saygı gösterir olgunluktadır.
Dolayısıyla, yetişkin egosuna sahip, toplumun ‘iyi eğilim’i güçlü, yetişkin egosu gelişmiş, egosunun yapıp ettiklerinin farkında olarak davranışlarını şekillendirip, yaşayan her canlı için sevgi inşa etmek üzere varoluşunu gerçekleştirecek çocuklar yetişmek ve bu sorumluluğun ne kadar hayati olduğunu kavramak zorundayız. Yetişmiş olanlar içinse imkânsız diye bir şeyin olmadığı, geliştirici ve ilerletici bir inançla, bir çocuğa göre daha zor olsa da egonun üzerine çıkıp insanlık tarihinin ortasında açtığımız boşluğu “sevgi”yle doldurmanın yollarını bulmalıyız.
Yetişkin egosuna sahip birinin yaşam amacı, lüks bir ev ya da son model bir araba/yat vs. sahibi olmak olamayacağına göre..!
Görsel: Martin Broth