Masal Masal İçinde!
Kadınlar Bir Varmış, Bir de YokmuşTarih Öncesi Görüş’e (Mitoloji Okulu) göre, masalların kökü mitolojide aranmalıdır. Bu görüşü savunanlar; “Masallar milletlerin parçalar hâlindeki bakiyeleridir.” der. Etnografik Görüş’e (Antropoloji Okulu) göre; aynı duygu ve düşünceye sahip insanlar, değişik coğrafyalarda benzer masallar anlatabilir ve masallar, toplum hayatını kaynak alır. Tarihî Görüş’e (Hindoloji Okulu) göre ise bütün masalların kaynağı Hindistan’dır ve buradan Batı ülkelerine yayılmıştır.
Masallar nereden yayılmış olursa olsun masal deyince; masallarla büyümüş bir neslin masallarla yetiştirdiği çocukları olarak, çocukluğumuzun mutlu ve masum akşamları gelir aklımıza. Peki, mutlu rüyalar görelim diye anlatılan masallar, gerçekten çocuk masumiyetine yakışır nitelikte mi?
Çocukken bize sevimli gelen masal kahramanlarını yetişkinlik hayatımızda yeniden gözden geçirdiğimizde görürüz ki; aslında masallar o kadar da masum değil ve birçoğu da, birer korku hikâyesinden ibaret. Bu konuda en önemli örnek Grimm Kardeşler… Grimm Kardeşler’in Almanya’nın kırsal bölgelerinden derlediği halk hikâyeleri, yetişkinleri bile titretebilecek kadar korkunç korku hikâyeleridir aslında. Zamanla, Pagan simgelerin Hıristiyan olanlarla karıştığı masallarda, yaşlı bir şifacı kötü bir cadı haline gelmiş, yardımcı yaratıklar ve hayvanlar çoğu kez ifrit ve cinlerle yer değiştirmiştir. Çocuk yiyen cadılar, ayakkabı giyebilmek için ayaklarını kesen üvey kız kardeşler, göz oyan kargalar, yılan dolu zeytinyağı fıçılarında ölen cadılar, bir kurdun midesinden canlı canlı çıkartılan yaşlı kadınlar, üvey çocuklarını aç bırakan ve hatta ormanda ölüme terk eden anneler ve diğerleri; ancak bir çocuğun masum bakışları altında ve hayal dünyası içindeyken sevimli görünebilirlerdi.
Bunun yanında masallar; toplumdaki basmakalıp düşünceleri pekiştirerek, kadın ve erkeğin toplumsal rollerini çocuğun bilinç dışında yeniden şekillendiren unsurlar olarak işlev görmekte.
Masallarda kullanılan iyi-kötü, güzel-çirkin gibi zıtlıklar, masalı okuyan çocukların kendilerine hangi modelleri seçeceklerini belirlemeleri ve karakter yapılarını bu modeller üzerine şekillendirmeleri gerektiğini çocukların bilinç dışına çaktırmadan çakıyorlar! Gri tonunun kullanılmadığı masallarda siyah tonunu (kötüyü) simgeleyen kötü kalpli kraliçe, femme fatale rolüne mahkûmken; beyaz tonuyla (iyilik) övgü toplayan masum ve güzeller güzeli prensesi seçmesin de ne yapsın çocuk? Masum prensesler femme fatale’in aksine, ataerkil toplumun normlarıyla hareket ederken çocukların özdeşleşmek istedikleri karakterler iyi ve güzel olanlardır haliyle.
Bu masallarda işlenen ideolojik anlatıya göre kadın, toplum tarafından kabul görmek ve saygın olmak istiyorsa kesinlikle güzel olmalıdır. Ayrıca bir gün evlenmek istiyorsa güzel olmak zorundadır. Masallardaki çirkin kadınlar; prensler ya da diğer erkekler tarafından seçilmedikleri ve beğenilmedikleri için evlenemezler, güzel olmadıkları için evde kalmaya mahkûmdurlar! Çirkin kadınların aksine, baloya davet edilen güzel Sindrella’ya aşık olmak ve onunla evlenmek o kadar kolaydır ki prens, Sindrella’yı tanımamasına, henüz adını bile bilmemesine rağmen güzelliğinden o kadar etkilenir ki evlenmek için kadının başka bir özelliğine bakmaya bile gerek görmez. Yani, kadının nasıl bir kişiliğe ve karakter özelliklerine sahip olduğunun hiçbir önemi yoktur!
Masallarda çirkinler de hep ‘kötü kalpli’dirler. Sindrella’daki üvey kardeşler, Sindrella’ya kötü davrandıkları ve çirkin oldukları için ‘evde kalma’ya mahkûmdurlar.
Çirkin kardeşlerin tam tersine, Sindrella’nın narin ve zayıf olduğunun defalarca tekrar edilmesinden anlıyoruz ki; kadının güzel olmak için zayıf olmaktan başka seçeneği yoktur! Bunu, prensin düzenlediği baloya katılabilmek için üvey kardeşlerin, haberi duyar duymaz rejime başlamalarından da anlıyoruz. ‘En güzel’ olmanın toplum tarafından hayati önem taşıdığı masal(lar)da, karakterin hiçbir öneminin olmadığı; kadın eğer genç, zayıf ve güzel bir bedene sahipse toplum tarafından sevilip saygın bir konuma oturtulabildiği gözden kaçmaz.
Zavallı Sindrella’ya fazla mı yüklendim? O zaman biraz da, sarayda temizlik yapmayı içselleştirmiş olan Pamuk Prenses’i hırpalayalım. Ormanda kaybolduğu sırada gördüğü ilk eve korkusuzca girip temizliğe girişen, üstüne bir de yemek yapıp sofra hazırlayan Pamuk Prenses’in, kendisini usul usul ev sahiplerinin beğenisine sunmasını nasıl bir fantazma ile açıklamak gerekir? Kırmızı Başlıklı Kız’ın da Pamuk’tan, az eleştirilir yanı yok. Ve diğerlerinin de tabii…
Şimdi kısaca, masallardaki ‘ideal’ kadın modelini sıralayalım: Ev işleri yapan, nakış işleyen, dikiş diken, yemek yapan, bahçenin (bahçevanlara rağmen) bakımından sorumlu, çocuklarına bakan, yumuşak başlı, cefakâr ve fedakâr, iyi huylu, güzel, zayıf…
Masallarda çizilen güzellik algısı üzerinden şekillenen kadınlık durumu; masum ve güzel ya da zeki ve güzel diye sınıflandırılabilir. İki kategorinin de aynı kadında bulunduğu bir masal hatırlayamadım ama vardır mutlaka, değil mi?! Bu ikilemelere göre masal kahramanı kadın,
masum güzelse mutlu sonla ödüllendirilir. Ama söz konusu kadın,
femme fatale ise ‘sonsuza kadar’ mutsuz olmakla cezalandırılır. Zekâ ve güzellik, masumiyeti öldürür. Zekâsıyla irade sahibi olan kadın, mutsuz olmaya mahkûmdur. Tam da bu nedenle işte, femme fatale’ler hep ‘cadı’lardır!
Halbuki ‘cadı’, Farsça ‘câdû’dan gelir. ‘Cadı’ ifadesi, sihirli güçler kullanarak mevsimlerin dönüşümünü sağlayan ve gerçekliğin algısını bükebilen şifacılar için kullanılırdı.
Eskiden yaşlı ya da genç şifacılar için kullanılan ‘cadı’ kelimesinin kökeni, akıl ve bilgiyi temsil ederken kapitalist üretim tarzına dayalı
yeni dünyanın ekonomik çarkı dönmeye başlayınca, siyasi nedenlerle çarpıtılıp şimdiki ‘kötü/siyah’ anlamını kazandı. Güçlü kadınlar ‘şeytanlaştırıldı’!
Kimler tarafından mı? Hımmm… Bir bakalım…
Râviyân-ı ahbar ve nakilân-ı asar ve muhaddisân-ı rûzigâr şöyle rivayet ve bugüne hikâyet eder ki: 1484’te, Heinrich Kraemer ile Johann Sprenger adında iki Dominiken rahip, Papa VIII. Innocentus’tan, Almanya’da cadılığın kökünü kazımak için izin almışlar. Innocentus’a göre, her köyde kendisini şeytana teslim etmiş, büyücülük ve karanlık işlerle uğraşan kişiler varmış.
Köylerinde araştırma yapan bu iki rahibin bulguları Papalık fermanıyla onaylanınca diğer rahip kardeşlerini uyarmak ve bilgilendirmek için, 1486’da Malleus Maleficarum’u (Cadıların Kafasına İndirilen Balyoz) yayımlamışlar. Bu yapıt (!) yerel cadı avlarında Hıristiyan dünyasının başvuru kaynağı olmuş. Kadınlar hakkında geleneksel önyargılarla dolu olan bu metinde, bütün kadınların cadılık ve büyücülükle ilgili oldukları öne sürülmüş. Cadılara inanmak, bir inanç sorunuymuş ama inanmamak da bir dinsel sapkınlık olarak kabul edilmiş. İddiaya göre kadınlar; meşru olarak sahip olmadıkları iktidarı ve gücü, ‘şeytan’la işbirliği yaparak elde etmeye çalışmaktaymışlar. “Çok kadının olduğu yerde çok cadı olur”muş ve engizisyon ateşi kadınlar için yanmalıymış. Resmi kelamlarla da, bu ateş bir güzel harlanmalıymış…
Radyo programları yaptığım dönemde, dinleyicilerim tarafından, derneklerimizden birinin yemeğine davet edildim. Mahallemden de komşu olduğum bir aileyle aynı masada oturduk. İkramlar servis edilirken yanımdaki, masal kahramanı gibi olmadığı için, bana göre dünyanın en güzel kadınlarından olan kadının, önüne konan tabağı kendinden uzaklaştırması ve utangaç tavırları dikkatimi çekti ve “bir sorun mu var?” diye sordum. Eliyle ağzını kapatarak verdiği yanıtı hiç unutmam: “Biz oturmuşuz, erkek adamlar bize hizmet ediyor!” Sofradaki yerinin erkekten sonra geldiğini ve toplantılarda, düğünlerde, cenazelerde, evde, işte vs. her zaman ve her yerde erkeğe hizmet etmesi gerektiği öğretilen kadının aksi bir davranışı ‘cadı’ olması ve ateşler üzerinde değilse de sosyalitede yakılması için yeterli değil mi? Hayır, diyen ya çevresinde olup bitene kördür ya da ateşi harlayanlardandır, derim.
Anlattığım ‘güzel’ kadının adı yok, diğer binlerce kadın gibi. Ama başka binlercesiyle aynı kaderi paylaşan ve tarihe geçen en ünlü ‘cadı’ Jeand’Arc 1430 yılında, 30 yaşında iken yakıldı. Tıpkı Agner Bernauer gibi.
Jeand’Arc masallarla mı büyüdü bilinmez. Bilinen; güçlü kadın olduğu... Ve güçlü kadınların, tüm bu anlatmaya çalıştığım arka planına rağmen, masallara ihtiyaç duyduğu… Çünkü…
“…Ne zaman bir öykü anlatılsa gece olur. Nerede oturulursa oturulsun, zaman ve mevsim ne olursa olsun masal anlatmak, saçaklardan sessizce yıldızlı bir gökyüzünün ve beyaz bir ayın çıkıp süzülmesine ve dinleyenlerin kafalarının üstünde asılı durmasına neden olur. Kimi zaman masalın sonuna doğru oda şafakla dolar, kimi zaman arkada bir yıldız parçası kalır, kimi zaman da fırtınalı gökyüzünden bir paçavra parçası. Ve arkada kalan her ne olursa olsun, bu şey çalışmak için,
ruh-yapımında kullanmak için bir armağandır…”*
Eğer hâlâ izlemediyseniz, nefis bir masal eleştirisi yapan, ailece izleyip eğlenebileceğiniz bir ‘masal’ önerim var: Shrek…
Pelgüzar kadın dergisinde yayımlanmıştır. *Kurtlarla Koşan Kadınlar, Clarissa P. Estes, Ayrıntı Yayınları