"Acılara batmamış bir aşk söyle banaYıkmamış kıymamış olsun bir aşk söyle...Bir aşk yok ki paydos demiş gözyaşlarınaMutlu aşk yok ki dünyadaAma şu aşk ikimizin öyle de olsa" Aragon “Aşk Treni Talgo” Yunanistan’da 24 yıl önce basıldı. O zamandan beri satışı hiç durmadı. 120 binden fazla baskı yaptı. “Yıldırım Aşkı” adıyla filmi çevrildi. Hem kadınlar hem erkekler tarafından büyük ilgi gördü. Biz de bu ilgiye mahzar kitabın yazarı ile mütevazı bir sohbet gerçekleştirdik. Aşk Treni Talgo’da aşkı yazan bir yazar olarak, zor biliyorum ama aşkı tanımlar mısınız? Evet, çok zor bir soru. Ama diyebilirim ki; aşk gecelerin korkusudur. Gece olduğu için aşık oluyoruz, kendimizi bırakarak… Karanlık olunca akşamları karanlıkta arkadaşlığa ihtiyacımız olduğu için aşık oluyoruz.
Yalnızlığı gidermek için mi yani? Evet, hem korkuyu hem yalnızlığı…
Acı olmasa aşk olur mu? Yani aslında, mutlu aşk yok mudur gerçekten? Zor ve nadir olan aşk, o kadar güçlü ve yoğun bir duygu ki, birini kaybetmenin korkusunu yaratıyor insanda. Diğerini kaybetmenin korkusunu... Her zaman hem çok mutlu, ama bir taraftan da stres endişe yaşıyor aşık kişi. Çünkü biteceğinden korkuyorsun. Sürekli, “o kadar mükemmel ki” deyip, kendi kendine sormaya başlıyorsun, “bu güzel şey sürekli olur mu, aynı şeyi sürekli yaşabilir miyim” diye.
Aşksız yaşanabileceğine inanıyor musunuz? Aşkı “aptallık” olarak yorumlayan bir çok insan olduğunu düşünürsek… Aptallık olarak düşünmüyorum ve inanmıyorum buna. Aksine aşkın yaratıcılık olduğunu düşünüyorum. Eğer birinin aşksız yaşama olasılığı varsa yaşayabilir, neden olmasın! Başka tip aşklar da var ama… İş aşkı var, sanat aşkı var, Tanrıya olan aşk var… Böyle yaşamayı tercih ediyorlarsa, yaşanabilir kılabilirler sanırım hayatlarını.
Kitabı bir kadının ağzından, kadın duygusallığıyla yazmışsınız. Grigori’nin ağzından, yani bir erkeğin ağzından yazacak olsaydınız yine böyle acı çeken birinin romanı çıkar mıydı ortaya? Günlük tutmak biraz kadınlara has bir özellik malum… Kadın ağzından yazdım, bir kadının ağzından yazmam şarttı.Çünkü kadın her zaman en sonunda daha fazla acı çekiyor ve kadınların aşkı daha gerçekçi ve daha yoğun yaşadıklarına inanıyorum. Grigori çok fazla yazmazdı herhalde. Yazsa da çok az yazardı ve çok fazla ilginç olmazdı.
Şişede yağmur! Çok romantik… Kadın duyarlığıyla yazdığınız için bir kadının bu romantizmi yaşaması ve yaşatması doğal. Ama diğer yandan bunu yazan sizsiniz, bir erkek… Merak ettim, size hiç şişede yağmur hediye edildi mi? (Gülüyor) Hayır. Ama ben yaptım. Bir tencereyle yağmur suyunu toplayıp kendim yolladım. Sonra da tencere yuvarlandı kapağını buldu!
Bu tip ambiyanslar hep kadınların duygu dünyalarının eseri. Tabii, bana kalırsa öyle ama Grigori böyle bir şey yapabildiğine göre gerçekten aşık olmalıydı. Grigori de bir ara gerçekten çok aşıktı. Onun için aşk bir dönem daha kısıtlı bir ihtiyaçtı. Çok fazla ihtiyacı yoktu. Grigori’nin en büyük sıkıntısı aslında Yunanistan. Yunanistan’dan uzak olması. Paris’te yaşadığı, Yunanistan’ı özlediği için Eleni girdi hayatına. Eleni Yunanistan’ı temsil ediyordu çünkü.
Kitap ile ilgili tanıtım yazımda hüzün en çok kadına yakışıyor demiştim. Aşkın yakıştığı gibi... Ne dersiniz? İnanıyorum evet. Bu ortak bir problem. Biraz eğitimimizin suçu. Öyle öğrenmişiz. Erkeklerin daha fazla önemi var. İnandığım, savunduğum bir şey değil, ama anneler çocuklarına bunları öğretiyorlar. Anneden çocuğuna geçen şeyler vardır ya, çok aptalca ama kadınlara hüznün yakışması eğitimimizden kaynaklanıyor. Erkeklerin de her zaman bir adım önde olması annelerin onları çekirdekten böyle yetiştirmesine bağlı. Buna kadercilikle bakmamalı. Bence kadınlara o kadar da yakışmıyor. Hüzün, mutsuzluk ve üzüntüler hayatın içinde değil. Olmak zorunda da değil. Ama aşk yaşanıyorsa hüzün de mutlaka yaşanacak. Her zaman bu tehlike var. Bu konuda hem fikirim. Aşk masala benzer ve bütün masalların da bir sonu vardır.
Ne yazık! (Gülümsüyor) Aşık olduğun için böyle düşünüyorsun.
Kendinizi eve kapatıp, zırıl zırıl ağlayacak kadar, tüm dünyayla bağlarınızı koparacak kadar aşık oldunuz mu hiç?Tabii ki…
(Eşine bakıp soruyorum) Aşık mı evlendiniz? (Gülümsüyor) Bu daha zor bir soru. Aşkı diğeri yanında olmadığı zaman daha iyi anlıyor ve yaşıyorsun. İlk eşimle evlendiğim zaman hiç acı çekmedim, hemen evlendim. Sanırım aşıktım. Ama hiçbir zorluk ve sıkıntı yaşamadım. Zorluklar ve sıkıntılar yaşadığın zaman ne kadar aşık olduğunu anlıyorsun. Ve tabii ki, aşıktım herhalde. Öyle düşünüyorum. 14 yıl beraber yaşadık. Az bir sene değil. Ha?
Bunu da sırf merakımdan soruyorum, evlilik aşkı öldürüyor mu? Öldürmüyor ama başka bir şeye çeviriyor. Başka bir şey yapıyor. Eski heyecanlar aynı değil. Sana tavsiyem az evlen! (Gülümsüyor) Az, çok değil…
Derim ki, erkekler için kadınlar ikiye ayrılıyor. Evlenilecek kadınlar, eğlenilecek kadınlar. Erkekler bunu yapıyorlar, yapmıyorum diyen bence yalan söylüyor. Yani evliyken eğleneceği kadınlar giriyor hayatlarına. Hem düzeni bozulmasın hem de arada bir eğlenebilsin. Bence Grigori’nin yaptığı da bu. Grigori’ye ve diğerlerine bir ceza vermek gerekse ne olsun istersiniz? Seneler önce Deniz Türkali bir radyo programında gaz odalarına kapatmayı önermişti mesela… Ne diyeyim şimdi ben buna? (Kahkahalar) Evliyken bir başkasına ihtiyaç duymak zaten o evliliğin bittiği anlamına geliyor. Kosta ile Eleni’nin evliliği zaten bitmişti yani. Bir kadın olarak siz söyleyin ama çok büyük bir ceza olmasın. Küçük, küçücük bir ceza olsun. Ayrıca Deniz Türkali’nin dediğini yaparsanız da dünyada hiç erkek kalmayacak. O zaman siz ne yapacaksınız? Bu çok sert bir ceza değil mi?
Birgün Gazetesi / Sibel Doğan