"İnsanların büyümesine (gelişmesine) yardım etmek,
hayatın en büyük neşesi haline gelebilir."
Alan Loy McGinnis

 


Sevgiyi ve Birliği Yayma Zamanı

28 Şubat’tı. Yurt dışından henüz dönmüştüm. Aynı gün, Cerrahpaşa Tıp’ta sürmekte olan eğitimim dolayısıyla derse gitmek zorunda kaldım. Hatta yolculuk sırasında havaalanında gördüğüm insanların, virüs nedeniyle yüzlerine taktıkları maskeler üzerine düşündüklerimi sınıfta; “Tıpkı 17 Ağustos depreminde ya da ikiz kulelere yapılan saldırıda olduğu gibi; insanlar ‘bana bir şey olmaz’ mantığıyla yüzleşmek zorunda kalabilirler. Olay giderek ve hızla ciddileşiyor ve sadece biz, ciddiye almıyoruz galiba durumu.” deyip önlem alınması gerektiğine dikkat çekmiştim. Böyle konuşup ortalıkta aylak aylak dolaşmak olmazdı; o günün akşamı eve girdim ve tam 85 gün hiç çıkmadım.

Hayatı boyunca kendisiyle baş başa kalmak için özel zamanlar yaratma peşinde koşan biri olarak, gönüllü karantina sürecimi başlattım başlatmasına da; buna rağmen ben de, en az sizler/herkes kadar zorlandım. Birikmiş işler ve okunması gerekenler nedeniyle bir fırsat kollayıp dururken kolladığım fırsatın hiç de tahayyül etmediğim şekilde gelmesi, beklenen fırsatın benim değil de, tüm insanlık için geldiğini fark ettiğim zamanlar geçirdim.  Ama buna vurgu yapmadan önce gözlemlerimi paylaşmak istiyorum.

Aylar süren karantinam iki hafta önce son buldu, çünkü tekrar ‘örgün’ eğitime geçtik. Dolayısıyla Cerrahpaşa yolları serildi önüme. Bir ara, Beyazıt kampüsünde devam kararı alınabilir denmişti ve o yolu da toplu taşımayla değil, yürüyerek kat etmeyi göze almıştım; çünkü kırmızı ışık yanarken yeşil yanmadan geçenler olduğunda, dalgınlıkla biz de geçmeye çalışır, sonra bir kornayla uyanırız ya, tıpkı oradaki gibi kalabalığa kapılmamak adına, tedbirli olmam gerektiğini kendime sürekli hatırlatmak durumundayım. Yo, önceki gün, maskesi çenesinin altında muhabbet arayan 85 yaşındaki teyzenin kurduğu; “Ölümden bu kadar korkmayın canım, bakın bana, ne hastalıklar geçirdim, umurumda bile değil virüs.” cümlesindeki ölme korkusuna vurgudan değil; bir başkasının hayatını riske atmamak için sorumluluk alma zorunluluğumdan.

Virüslü ‘dışarıda’ vakit geçirme refleksim, kapalı kaldığım süre içinde haliyle gelişmemişti ve ilk iki gün, hem refleks geliştirme hem de gözlem yapma şansım oldu. Sabah 9’dan akşam 17.00’ye kadar maskeyle derste olmak! Evet, ben de insanım ve kulağımı çizip acıtan ve vıcık vıcık terleten maskeyi, her susadığımda fırlatıp atma ihtiyacı içine ben de girdim ama yapamazdım. Peki, yapanlar hangi saiklerle yapıyor diye kafa yorduğumda şu sonuca vardım:

  1. “Bana bir şey olmaz.” algısı, yani beynimizin kendini koruma refleksi dolayısıyla hiç ölmeyecekmişiz gibi yaşamaya çalışmak... (İnsanoğlunun ‘ölümlüyüm’ duygusuyla baş edebilmesinin yolu buydu ama bu, artık değişmek zorunda.)
  2. Bir başkasının hayatını gözetmemek. Diğer insanlara, parçası olduğumuz topluma karşı da sorumlu olduğumuza dair bir algı geliştirmemiş olmak.
Lütfen;
Çok özel zamanlardan geçiyoruz ve böyle bir dönemde, hepimiz birbirimizden sorumluyuz. Tek tek, her birimiz; düşüncelerimizden, davranışlarımızdan, inançlarımızdan, duygularımızdan sorumluyuz; çünkü mahşerin bu dört atlısı, herkesi ve her şeyi, tüm gezegeni etkileme potansiyeli taşıyor. Bu nedenle; bizi ayıran ve ayrılık duygusu yaratan her unsurdan azade; birlik olmak, birlikte olmak için çabalamalıyız. Bu noktada ne ırk, ne renk, ne cinsiyet, ne dil, ne kültür, ne tarih, ne okuryazarlık, ne karakter, ne zihniyet farkı var. Bir bedende ayrılık olur mu? Olursa hastalık olur. Bizler tek bir organizmayız; bir organizmada kendi başına hareket eden hücre, bedenin kansere yakalanmasına sebep olur, biliyorsunuz. Ve tüm insanlık, tıpkı bir bedenin parçaları gibiyiz. Kolunuzun, gözünüzden nefret edebileceğini düşünebiliyor musunuz? Hastalığın olmadığı, o eşsiz birlik halinde sadece sevgi, şükran, saygı var; her bir organa. İşte bizler de birbirimize; başparmağımız, kalbimiz, ciğerimizmiş gibi değer vermeli, özen göstermeliyiz. Çünkü her anlamda birbirimize bağlı ve bağımlıyız.

Ve üstelik, şunu artık akletmeliyiz: Birbirimizin büyümesine ve her birimizin benzersizliğini ifade etmesine yardım ettiğimizde bunu bir başkası için değil, kendimiz için yapıyoruz! Dişlerimiz sağlıklı olduğunda gözümüz de sağlıklı olur. Sen mutlu olduğunda, ben de mutlu olurum. Komşun kahkaha attığında, sen de gülümsersin. Organizmada işler böyle yürüyor. Organizmadaki bu işleyişi keşfettiğimizde, birlikten gelen gücü de keşfedeceğiz. Tüm gerçekliğin, realitenin uyum içinde çalışmasını sağlayan bir güç aramızda mevcut. Bağımızı bu güce uygun olarak inşa edersek bunun, aramızdaki boşlukları doldurduğunu, ayrılık hissini ortadan kaldırdığını hissedebileceğiz. Ardından, tüm nefret ve acı sona erecek.

Sevgiyi ve birliği yaymak, daha önce hiç bu kadar acil ve gerekli olmamıştı. Hayal edin ve gerçeğinize dönüştürün: Bu büyük dönüşüm zamanından dayanışmaya, dostluğa, mutluluğa öncülük ederek bu, daha zor zamanlara gebe olan sıkıntılı süreçleri hoş ve kolay bir şekilde atlatabiliriz. Doğamızda acıdan kaçma ve hazza ulaşma güdüsü mevcut; doğamıza aykırı bir durum söz konusu değil yani. Tek yapmamız gereken, seçim yapmak: Hazza ulaşmak için birlik mi olacağız, yoksa acıyı kanırtmak için ayrılık duygusunu beslemeye devam mı edeceğiz? Seçim gerçekten de bizim.